7 saat önce | Okunma Sayısı : 54
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sinan Tekin, gerçekleştirdiği basın açıklamasında şunları dile getirdi:
“Değerli Basın Mensupları; Saadet Partisi olarak şehirlerimizin sorunlarını masa başından değil; doğrudan sahada, halkın sesiyle ve ortak akılla çözmek amacıyla “Ortak Akıl, Güçlü Şehir” Çalıştayları düzenleyeceğimizi ilan etmiştik. Ahmet Türk'ten PKK'nın fesih kararına ilişkin açıklama: Meclis üzerine düşen görevi yapmalı Genel Merkez Sosyal İşler Başkanlığımız koordinasyonunda yürütülen çalıştaylarımızın ilk adımını geçtiğimiz haftasonu Edirne ve Elazığ illerimizde attık. Haftaya Rize’deyiz. Ay sonuna kadar İzmir, Afyonkarahisar, Konya, Karaman ve Sakarya illerimizde olacağız inşallah. Kıymetli arkadaşlar; Bu proje, sadece bugünün değil; yarının Türkiye’sini inşa etme iddiasıdır. Çünkü biz biliyoruz ki: Gerçek çözüm, halkın sesinde; kalıcı çözüm, ortak aklın gücündedir. Her çalıştayda, kentsel dönüşümden sosyal adalete, çevre politikalarından gençlik ve eğitime kadar geniş bir yelpazede sorunları masaya yatırıyor; yerel dinamiklerin katılımıyla çözüm önerileri üretiyoruz.
“Ortak Akıl, Güçlü Şehir” projesi sadece bir program değil; Katılımcı demokrasinin, Adalet temelli yerel yönetim anlayışının, Sosyal belediyeciliğin sahaya taşınmış halidir. Bu çalıştaylar, Türkiye’nin dört bir yanında Sivil toplum kuruluşlarını, Kanaat önderlerini, Akademisyenleri, Gençleri ve üreticileri aynı masa etrafında buluşturarak, yerel meselelerde ortak aklı merkeze alan yeni bir siyaset anlayışının adımını atmaktadır. Hazırlanan her “İl Raporu” Saadet Partisi Genel Merkezi’ne sunulmakta ve yerel yönetim politikalarımızın omurgasını oluşturmaktadır. Saadet Partisi olarak şunu kararlılıkla söylüyoruz: Yerel sorunlara yerinde çözümler üretecek; 81 ilimizde bu çalıştayları tamamlayacağız. Milletimizin her derdine eğilen, her talebini duyan bir anlayışla Türkiye’yi yeniden inşa edeceğiz.”
“BİÇİM ZAMANI YAKLAŞTIĞINDA, İTHALAT ARTIYOR”
“Değerli basın mensupları, kıymetli vatandaşlarımız; 1 Mayıs 2025 tarihinde yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile, 1 milyon ton mısır sıfır gümrükle ithal edilecek. Yani mısırın ekildiği, biçildiği günlerde; yerli üreticinin karşısına bir kez daha ithalat çıkarıldı. Peki bu karar ne anlama geliyor? Bu karar, bu toprağa emek veren çiftçiye “sen dur” demek değil midir? Bu karar, yıllardır alın teriyle üretmeye çalışan köylümüze “biz senden vazgeçtik” demek değil midir? Son 7 ayda, üç kez mısır ithalatı için vergi indirimi yapıldı. İlkinde %5’e çekildi. İkincisinde yine %5 uygulandı. Şimdi ise %0. Yani dışarıdan alınan mısıra artık vergi yok. Türkiye, yılda yaklaşık 9 milyon ton mısır üretiyor. Ama 12 milyon tona yakın ihtiyacımız var. Bu farkı kapatmak elbette kolay değil. Ama bu fark, çiftçimizi güçlendirerek kapatılabilir. Destekle, teşvikle, planlı üretimle… Peki biz ne yapıyoruz? GDO’lu mısır ithal ediyoruz. Üstelik yem sanayisinde kullanmak üzere. Bu, hem hayvan yemini hem de soframıza gelen eti, sütü, yumurtayı etkiliyor. Bir başka sorun daha var: Bu kararlar hep kritik zamanlarda alınıyor. Ekim zamanı geldiğinde, ithalat başlıyor. Biçim zamanı yaklaştığında, ithalat artıyor.”
“BİZİM CEVABIMIZ NETTİR: ÜRETİCİYE SAHİP ÇIKMAK ZORUNDAYIZ”
“Bu rastlantı mı? Yoksa bir tercih mi? Tarım Bakanlığı, 1 Ocak itibariyle suyun kısıtlı olduğu yerlerde mısır ekimini sınırladı. Bu karara uymayan üreticiye destek verilmeyecek. Bir yandan elektrik kesintileriyle sulama zaten yapılamıyor. Şimdi bir de gümrükler sıfırlanıyor. Bu şartlarda kim üretim yapabilir? Bunların hepsi bir araya geldiğinde şu sonuç çıkıyor: Çiftçiye “sen üretme” deniliyor. Üretim yerine ithalata güveniliyor. Ama ithalat, çözüm değildir. İthalat, kaynak varsa mümkündür. Kriz zamanında ithalat kapıları kapanır. Pandemide bunu hep birlikte gördük. Kendi çiftçisini yok sayan bir ülke, gıda güvenliğini sağlayamaz. İthalata bağımlı hale gelen bir ekonomi, ne zaman neyle karşılaşacağını bilemez. Ve bu düzensizlik, sofradaki ekmeğe kadar yansır. Şimdi soruyorum: Bu kadar zor şartta üretim yapan çiftçiye kim sahip çıkacak? Maliyetlerle boğuşan üretici nasıl ayakta kalacak? Bizim cevabımız nettir: Üreticiye sahip çıkmak zorundayız. Çiftçimizi yalnız bırakamayız. Bu ülkenin toprağı var, güneşi var, emeği var. Ama planı yok, kararlılığı yok. İthalatı değil, üretimi öncelemeliyiz. Çiftçiye suyu, elektriği, desteği ulaştırmalıyız. Mısır gibi su isteyen ürünleri suyu bol bölgelere kaydırmalıyız. Kurak bölgelerde başka planlar yapılmalı. Tarım; akılla, bilgiyle, stratejiyle yürütülmeli. Üretmek, artık sadece ekonomik değil; millî bir sorumluluktur. Toprağını işleyemeyen toplum, yarınını inşa edemez. Bu yüzden buradan çağrı yapıyoruz: Çiftçiyi ezmeyin. Destek verin. Yalnız bırakmayın. Çünkü bu toprak bizim. Çünkü bu ülkenin geleceği, o tarlada büyüyor. Değerli basın mensupları, kıymetli vatandaşlarımız, 2025 Nisan’ının ikinci haftasında, Türkiye tarımı ağır bir darbe aldı. 9–13 Nisan tarihleri arasında yaşanan ani sıcaklık düşüşü ve don felaketi, birçok ilimizde üreticinin emeğini, yıl boyu kurduğu hayalleri yok etti. Bir gecede sıcaklık sıfırın altına düştü. Toprak buz tuttu. Ağaçlar çiçekteydi. Tomurcuklar karardı. Bahçeler sustu. Ve çiftçi sustu… Malatya’da kayısı ağaçları dondu. Dünya kuru kayısı üretiminin %85’ini karşılayan Malatya, artık kayısıyı değil, kaygıyı konuşuyor. Bursa’da armut, şeftali, kiraz üretimi neredeyse bitti. İznik’te, Orhangazi’de meyve ağaçlarının %90’ı zarar gördü. Karaman’da 16 milyondan fazla elma ağacı etkilendi. Sakarya ve Düzce’de, ülkemizin fındık deposu olan ovalarda hasar büyük. Yani Türkiye’nin dört bir yanı yara aldı. Peki, şimdi ne olacak? Çiftçi bu yükün altından nasıl kalkacak? Bahçesini kaybeden üretici neyle geçinecek? Zaten borçla ayakta duran insanlar şimdi ne yapacak?”
“ÜRETİCİYİ DUYMAYAN, HALKIN SOFRASINI DA DUYAMAZ”
Bir gerçeği daha hatırlatalım: Bu felaket, yalnızca meyveyi vurmadı. Meyve üreticisi, bu yıl sebzeye yöneldi. Fide fiyatları %500’e kadar arttı. Üretim sahası genişledi, ama bu sefer de arz fazlası riski doğdu. Bu yıl sebze çok olacak, ama para etmeyecek. Zararını kurtarmaya çalışan çiftçi, bu kez maliyetin altında satış yapacak. Yani çiftçi her halükârda zarar edecek! Sizce bu adil mi? Peki, devlet nerede? Tarım Kanunu’na göre devlet, çiftçiye milli gelirin %1’i oranında destek vermekle yükümlü. Ancak bugün bu oran sadece %0,22. Yani çiftçinin hakkı verilmediği gibi, sesi de duyulmuyor.
Buradan açık çağrıda bulunuyoruz: Don felaketinden etkilenen tüm bölgelerde acil zarar tespiti yapılmalıdır. Sigortası olmayan üretici de destek kapsamına alınmalıdır. Borçlar faizsiz şekilde ertelenmeli, üreticiye nefes aldıracak şekilde yapılandırılmalıdır. Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası aracılığıyla sıfır faizli ayni krediler sunulmalıdır. Mazot, gübre, ilaç desteği artırılmalı; maliyetler düşürülmelidir. Mevsimlik işçilerin barınma, ulaşım ve temel ihtiyaçlarına dair iyileştirme çalışmaları başlatılmalıdır. Nakliyede KDV indirimi, stopaj ve kesinti muafiyetleri hayata geçirilmelidir.
Ayrıca sebze üretiminde yaşanacak arz fazlası şimdiden planlanmalıdır. İhracat kanalları açılmalı, sınır kapılarında yaşanan gecikmeler son bulmalıdır. Pestisit kalıntısı, analiz giderleri gibi teknik engeller çözülmelidir. Rusya ve Avrupa dışındaki pazarlara yönelmek artık bir zorunluluktur. Bu mesele sadece çiftçinin değil. Bu, soframızdaki ekmeğin meselesi. Bu, pazardaki meyvenin, sebzenin, mutfaktaki bereketin meselesidir. Eğer çiftçi susarsa, şehir aç kalır. Eğer toprak terk edilirse, memleket kurur. Bugün sahip çıkmazsak, yarın çok geç olabilir. Biz, üreticinin sesiyiz. Biz, toprağın hakkını, emeğin onurunu savunuyoruz. Tarımı görmeyen, gıda krizini konuşmaya mahkûmdur. Üreticiyi duymayan, halkın sofrasını da duyamaz. Çiftçi yalnız değildir. Bu mücadele hepimizin ortak sorumluluğudur.”